SEVGİ NEYDİ?
Öyle bir hal aldı ki insanların yaşamları!
İhanetler, zulümler, duygusuzluklar ve bütün insafsız eylemlerle dolu hayatlarımız. Bu halden nasıl kurtuluruz diye soracak olunca kendime önceden hemen '' SEVGİ'' diyebilirdim. Ama öyle bir hal almışız ki sevgiyi bile aldatmacalarla doldurmuşuz.
Güvendiğimiz bu kelimeyi de izaha ihtiyaç duyuyoruz kullandığımız zaman. Yani 'sevgi işte herkesin bildiği' deyip birakamiyoruz. Çünkü sevmeyi bilmiyoruz. O fedakar, feragatkâr, iyilik ve naiflik dolu olması gereken duygu başka bir şekilde yer alıyor hayatımızda. (Belki de hep böyleydi ama ben yeni farkediyorumdur. Ya da simdi dile getirebiliyorum. Dünyada kötülük hep mevcuttu. Sevgisizlik ve zulümde...)
Sevgilerimiz zulümlü. Sevgi kavramıyla ifade ettiğimiz davranışlarımız, esasında sevgisiz. Nasıl olduğunu görmedin mi? Seviyorum diyenlerin zalimliğine şahit olmadın mı? Sevgilerimiz hep sevdiğimize sağır, hep heyecansız, hep insafsız.
Sabaha, gün doğumuna, heyecanla kaldıramıyor sevgisi ama seviyormuş işte. Seviyorum dediği insanla Konuşurken kırmamak için çırpınmıyor kimse. Ona Rahatsızlık vermektense hayatından çekilmeyi düşünmüyor.
Akşam eve gelişini sabırsızlıkla beklemiyor. Ya da koşarak gelmiyor evine...
Bir de öyle berbat sözler sarf ediyor ki "kabul ediyorsa böyle..!"
Ya sevdiği halde böyle bir insanla hayat kuramayacağını anlasa ve gitmek istediğinde "sevmiyorsa gidebilir, o mutlu olsun yeter..." diyebilecek mi bu insan?
O zaman da büyük ihtimalle "ya benimsin ya kara toprağın..." diyecek ve o insanın hayatını karartacak. Çünkü ölümüne seviyordu (!) Büyük seviyordu!
Dedim ya sevgiler(insanların sevgi diye ağızlarına doladıkları tavırları) zulüm dolu.
Hepimiz bir felaketin içerisindeyiz. Bence sevgisizlik tam olarak bir felakettir. Fark etmiyoruz ama sevgimiz ve merhametimiz artık özü itibariyle aramızda değil. Ve zaten tüm yokluklar bu yüzden. Bizler de yaşadığını ifade eden kalıplardan ibaretiz pek çok zaman. Otomatikleşmiş/kalıplaşmış hayatımızın içinde ruhumuzun naifliğine yer kalmamış gibi.
Yoğun dediğimiz hayatlarımız içinde biraz durup kendimizi dinlemeli değil miyiz? İçimizi güzelleştirip,sağlamlaştırmalı değil miyiz öncelikle. Hep sorunlardan, dertlerden bahsedip yine aynı şekilde hayatlarımıza devam mı edeceğiz. Kalbimizin ve aklımızın bir kenarını da çözüm aramaya ayırmayacak mıyız? Hayatımızın bir anında harekete geçemeyecek miyiz? Ruhumuzu kurtarmayacak mıyız? Büyük bir harekete öncülük edemeyebiliriz hemen belki ama onun için küçük ama son derece önemli adımlar atabiliriz. mesela, her zaman öfkelendiğimiz küçük şeylerin farkına varıp biraz öfkeye karşı durabiliriz ya da bir hatadan sonra bir pişmanlık duyunca gururumuza karşı çıkıp özür dileyebiliriz ya da mühim işler için hep bahane arayan, düşünmeye de üşengeçlik gösteren ataletimize karşı durabiliriz. ve böyleye eylemler sıralanıp gidecek, hayat daha yaşanılır olabilir(hiç olmazsa kendimiz için)
Kendimizi keşfetmeden şu ataleti üzerimizden atmadan işlerimiz 'gerçek' manada düzelmeyecek. GERÇEK!...
Fark ediyorsak artık bir şeyleri açıklamaya çalışırken sürekli kavramlarımızın başına "gerçek" ibaresini kullanmak durumunda kalıyoruz. Açık olarak söyleyemesek de bu ibareyi önemsediğimiz tüm kavramların başına getirmek zorunda kalıyoruz. Bu da içini boşalttığımız kavramları kurtarma telaşımızla gerçekleştirdiğimiź geçici bir atılımımızdır. Yani "sevgi de neymiş sevgi mi kaldı, o artık eski eski masallarda kaldı..." diyerek yaşamımızın kurtarıcısı olabilecek bir duyguyu silmektense "ama bu GERÇEK SEVGİ yle olabilir" diyerek o değerli duyguları insanlığın dünyasından çıkarmamak için bir çabamızdır.
İşte böylece bir şekilde kelimelerimize bile eziyet eder olduk.
Zulümsüz sevebilene selam olsun.
İhanetler, zulümler, duygusuzluklar ve bütün insafsız eylemlerle dolu hayatlarımız. Bu halden nasıl kurtuluruz diye soracak olunca kendime önceden hemen '' SEVGİ'' diyebilirdim. Ama öyle bir hal almışız ki sevgiyi bile aldatmacalarla doldurmuşuz.
Güvendiğimiz bu kelimeyi de izaha ihtiyaç duyuyoruz kullandığımız zaman. Yani 'sevgi işte herkesin bildiği' deyip birakamiyoruz. Çünkü sevmeyi bilmiyoruz. O fedakar, feragatkâr, iyilik ve naiflik dolu olması gereken duygu başka bir şekilde yer alıyor hayatımızda. (Belki de hep böyleydi ama ben yeni farkediyorumdur. Ya da simdi dile getirebiliyorum. Dünyada kötülük hep mevcuttu. Sevgisizlik ve zulümde...)
Sevgilerimiz zulümlü. Sevgi kavramıyla ifade ettiğimiz davranışlarımız, esasında sevgisiz. Nasıl olduğunu görmedin mi? Seviyorum diyenlerin zalimliğine şahit olmadın mı? Sevgilerimiz hep sevdiğimize sağır, hep heyecansız, hep insafsız.
Sabaha, gün doğumuna, heyecanla kaldıramıyor sevgisi ama seviyormuş işte. Seviyorum dediği insanla Konuşurken kırmamak için çırpınmıyor kimse. Ona Rahatsızlık vermektense hayatından çekilmeyi düşünmüyor.
Akşam eve gelişini sabırsızlıkla beklemiyor. Ya da koşarak gelmiyor evine...
Bir de öyle berbat sözler sarf ediyor ki "kabul ediyorsa böyle..!"
Ya sevdiği halde böyle bir insanla hayat kuramayacağını anlasa ve gitmek istediğinde "sevmiyorsa gidebilir, o mutlu olsun yeter..." diyebilecek mi bu insan?
O zaman da büyük ihtimalle "ya benimsin ya kara toprağın..." diyecek ve o insanın hayatını karartacak. Çünkü ölümüne seviyordu (!) Büyük seviyordu!
Dedim ya sevgiler(insanların sevgi diye ağızlarına doladıkları tavırları) zulüm dolu.
Hepimiz bir felaketin içerisindeyiz. Bence sevgisizlik tam olarak bir felakettir. Fark etmiyoruz ama sevgimiz ve merhametimiz artık özü itibariyle aramızda değil. Ve zaten tüm yokluklar bu yüzden. Bizler de yaşadığını ifade eden kalıplardan ibaretiz pek çok zaman. Otomatikleşmiş/kalıplaşmış hayatımızın içinde ruhumuzun naifliğine yer kalmamış gibi.
Yoğun dediğimiz hayatlarımız içinde biraz durup kendimizi dinlemeli değil miyiz? İçimizi güzelleştirip,sağlamlaştırmalı değil miyiz öncelikle. Hep sorunlardan, dertlerden bahsedip yine aynı şekilde hayatlarımıza devam mı edeceğiz. Kalbimizin ve aklımızın bir kenarını da çözüm aramaya ayırmayacak mıyız? Hayatımızın bir anında harekete geçemeyecek miyiz? Ruhumuzu kurtarmayacak mıyız? Büyük bir harekete öncülük edemeyebiliriz hemen belki ama onun için küçük ama son derece önemli adımlar atabiliriz. mesela, her zaman öfkelendiğimiz küçük şeylerin farkına varıp biraz öfkeye karşı durabiliriz ya da bir hatadan sonra bir pişmanlık duyunca gururumuza karşı çıkıp özür dileyebiliriz ya da mühim işler için hep bahane arayan, düşünmeye de üşengeçlik gösteren ataletimize karşı durabiliriz. ve böyleye eylemler sıralanıp gidecek, hayat daha yaşanılır olabilir(hiç olmazsa kendimiz için)
Kendimizi keşfetmeden şu ataleti üzerimizden atmadan işlerimiz 'gerçek' manada düzelmeyecek. GERÇEK!...
Fark ediyorsak artık bir şeyleri açıklamaya çalışırken sürekli kavramlarımızın başına "gerçek" ibaresini kullanmak durumunda kalıyoruz. Açık olarak söyleyemesek de bu ibareyi önemsediğimiz tüm kavramların başına getirmek zorunda kalıyoruz. Bu da içini boşalttığımız kavramları kurtarma telaşımızla gerçekleştirdiğimiź geçici bir atılımımızdır. Yani "sevgi de neymiş sevgi mi kaldı, o artık eski eski masallarda kaldı..." diyerek yaşamımızın kurtarıcısı olabilecek bir duyguyu silmektense "ama bu GERÇEK SEVGİ yle olabilir" diyerek o değerli duyguları insanlığın dünyasından çıkarmamak için bir çabamızdır.
İşte böylece bir şekilde kelimelerimize bile eziyet eder olduk.
Zulümsüz sevebilene selam olsun.
Yorumlar
Yorum Gönder